Çam Sakızı Çoban Armağanı
Öğleden sonra muayenehanemdeyim, hastaneden doçent arkadaşım telefon açtı. “Hocam, doğumevinde 20 yaşında yeni evli bir hastada servikal gebelik varmış, farkına varamadan kürtaj yapmışlar, çok kanamış, üniversiteye bize gönderdiler, ameliyathaneye aldık, ancak hasta halen kanıyor, durumu ciddi gelmeniz lazım” dedi. Hemen hastalarımı bırakıp, otoparktan arabamı alarak vakit kaybına yol açmadan taksiyle hastaneye gidip ameliyathaneye koşarak girdim. Yeni evli genç kadının hiç çocuğu yok ve servikal gebelik dediğimiz rahmin ağzına yerleşmiş ve kadın için öldürücü olabilecek bir gebelik söz konusu. Kadını kurtarmak için rahminin alınması gerekiyor, ancak kadın yeni evli ve çocuğu yok. Toplumun sosyal yapısına göre kadının rahminin alınması ya boşanması veya kuma getirilmesi demek. Cerrahi olarak çok uğraştım, rahmini almadan kanamasının durdurmayı başardım. Ameliyattan çıktım, bekleyen hastalarıma gittim. Ertesi gün hastanın gayet iyi olduğunu gördüm ve hasta şifa ile taburcu oldu.
Hasta 2 ay sonra doğumevinde ilk kürtajını yapan doktor hanıma kontrole gidiyor, doktor hanım ameliyatı benim yaptığımı biliyor. Hasta ve eşine diyor ki “Siz hocaya teşekkür ettiniz mi, sizin hayatınızı kurtardı.” Onlar da ameliyatı benim yaptığımı bilmediklerini ve teşekkür edeceklerini söylüyorlar.
Bir süre sonra bir köylü vatandaş muayenehaneme geldi, “hocam ben size teşekküre geldim, siz benim eşimin hayatını kurtarmışsınız” dedi. Olayı anlattığında vakayı hatırladım, eşinin çok iyi olduğunu söyledi. Elini ceketinin iç cebine götürerek cebinden kullanılmış küçük karton bir çay kutusu çıkardı, kutu yarıdan kesilerek kapak yapılmış idi. Hocam dedi kusura bakmayın, ben yol iz bilmem, hayatımda köyümden bir kere çıktım. O da askerlik için, o yüzden size teşekkürde geciktim” diyerek kutuyu masama bıraktı. Bu da size “çam sakızı çoban armağanı” dedi. Kutuyu aldım, katlanmış kapaklarını açtım içinde küçük, beyazımsı hafif saydam taşlar vardı. “Bu ne” diye sordum. “Hocam dedim ya, çam sakızı” diye cevapladı… Gerçekten dağlardan toplayıp biriktirdiği çamsakızını hediye olarak getirmişti.
Bilmiyorum hayatında gerçekten çam sakızını hediye olarak alan başka birileri var mıdır…
“Az Daha Evlat Katili Olacaktım” Diyen Acılı Baba
Klinikteki odamın önü birden karıştı, bağrışmalar arasında jandarma savcılık talimatı ile 13-14 yaşlarında kolu mühürlenmiş bir kız çocuğunu getirdi, savcılık “kızlık zarı muayenesi” istiyordu. Küçük kızın yakınları ve babası da beraber gelmişti. Herkesi dışarı çıkardım ve ne olduğunu sordum. Küçük kız “abim bana tecavüz etti” dedi. Nasıl oldu diye sordum yine ezberletilmiş gibi “abim içeri götürdü, bana tecavüz etti” dedi. Muayeneye aldım, kızlık zarının bozulmamış olduğunu görünce zaten tavırlarından şüphelendiğim küçük kıza biraz sertçe “Neden yalan söylüyorsun, böyle bir şey olmamış” deyince küçük kız ağlayarak “Doktor amca bana bir şey yapma, annem bana böyle söylememi tembih etti” dedi.
Çok şaşırdım, dışarı çıktığımda kapının önünde kızın babası heyecan ve büyük endişeyle bekliyordu. Korkarak sordu “Ne oldu doktor bey?..” Kızının tecavüze uğramadığını ve kızlığının bozulmadığını söylediğimde koskoca adam sendeleyerek yere yığıldı ve “Az daha evlat katili oluyordum” diyerek hıçkırarak ağlamaya başladı ve ellerini açıp “Allah’ım sen şahitsin, her şeyi çocuklarım için yaptım, sen şahitsin, sen şahitsin…” diye yalvarmaya başladı. Adamı teselli edip, odama aldım bir bardak sudan sonra anlattığı dramı dinledim.
Eşi öldüğünde 2 kızı ve 1 oğlu ile kalmış, çocuklarına üvey anne getirmemek için 6 yıl direnmiş ancak çocukları çok küçük olduğu ve kendisi çiftçilik yaptığı için çok zorlanmış. Etrafının yönlendirmesi ile yetim çocuklarına annelik edecek, müşfik bir anne aramış ve tanıyanların iyi annelik yapar dedikleri bir kadınla evlendirilmiş. Kadın eve geldiğinde birkaç ay sonra çocukları evde istememiş, bu arada adamın ikinci eşinden de bu kızı olmuş. Evde çok huzursuzluk çıkınca adam küçük kızını Bursa’ya teyzesinin yanına göndermiş, büyük kızını 15 yaşında istemeyerek çok küçük olmasına rağmen üvey anneden kurtulsun diye evlendirmiş ve evde yalnızca oğlu kalmış. Ama üvey anne erkek çocuğu da istemeyence şehirde çocuğu yuvaya bırakmak zorunda kalmış. Adamcağız yuvadaki oğlunu yaz tatillerinde köyüne getirdiğini oğlunun hem köy işlerine yardım ettiğini hem de ev havasını tattığını ancak eşinin “bu çocuk eve gelmeyecek” diye tutturduğunu söylüyordu. O yazda oğlunun eve geleceği dönem yeni eşinin çocuğun eve gelmemesi için yoğun baskı yaptığını ama kendisinin oğlunu köye getirdiğini anlattı.
Sonuçta anlaşıldı ki üvey oğlunun eve gelmemesini isteyen anne, kendi öz kızına baskı yaparak üvey abisinin tecavüzüne uğradığı yalanını söyletmişti. Kadın bu yalanı köy yerinde halkı galeyana getirecek tarzda anlatmış ve köy halkı “bizim köyde kardeşe tecavüz edilen öldürülür” diye çocuğu linç etmiş, çocuğun babası da bu dolduruşa gelerek evden tüfeğini alarak öz oğlunu vurmaya kalkmış, jandarma çocuğu zor kurtarmış. Savcı, köy halkının linç girişiminden ağır yaralanan çocuğa sorduğuna çocuk inleyerek “ben yapmadım” diyor imiş.
Tüm bunları tezgâhlayan, kendi öz kızına tecavüze uğramış etiketini vurduracak ve masum bir çocuğu linç ettirerek öldürtecek düzeyde gözünü kin bürümüş bir kadın vardı, o kadını anlamak mümkün değildi.
“Ben Yaşadıkça Ayağınız Taşa Değmez”
Kadınlarda idrar kaçırma sorunlarıyla hem kadın doğumcular hem de kısmen ürologlar ilgilenirler. Ancak büyük oranda bu ameliyatları kadın doğumcular yapar ve ürologlar ile bu konuda aramızda tatlı bir çekişme olur. Bir ürolog arkadaşım telefonla arayarak bir kadın hastası olduğunu ve çeşitli tedavileri rağmen idrar kaçırmasının düzelmediğini bir de benim bakmamı istediğini söyledi. Ardından altmışlı yaşlarda bir teyze geldi, “ne sorunun var” diye sordum: “Doktor bey, ben az önce …. doktor beyin size telefon açtığı hastayım, o size durumu anlatmıştı” dedi. İdrar kaçırma bizim toplumumuzda utanılacak bir durum olarak görüldüğünden hastalarımız bu konuyu söylemezler veya konuşmak istemezler. Ben eğer bana şikayetini baştan anlatmaz ise ve kendim muayene etmezsem faydalı olamayacağımı izah ettim. Hasta 30 yıldan beri idrar kaçırdığını, bunun zorlu bir doğumdan sonra olduğunu ve o günden beri sürekli bezlendiğini anlattı. Bu durum bizim “vesikovaginal fistül” dediğimiz, genellikle zor doğumlar sonucu mesane ile vajina arasında bir yol açılmasına bağlı bir durumun tipik hikayesiydi. Teyzeye sordum “30 yıldır hiç doktora gitmedin mi” diye, teyze “doktor bey 30 yıldır gezmediğim yer kalmadı, bu dert çaresiz” diye cevapladı. Tavırlarından benden de pek ümidi olmadığını hissettirdi. Muayene etmeme de zorla razı oldu. Muayenede, büyük bir fistülü yani vajen ile mesane arasında açılan yaklaşık 1 cm çapında yolu (fistülü) gördüm. Hastaya durumu anlattım ve ameliyat için hastaneye yatırdım. Öğle yemeğinde karşılaştığım ürolog arkadaşım hastayı sordu “ vesikovajinal fistül” olduğunu söyledim, şaşırarak hastayı geri istedi “olmaz, kendi ellerinle hastayı bana verdin, ameliyatını ben yapacağım” dedim.
Vesikovajinal fistül ameliyatı kolay bir ameliyattır, ancak 30 yıllık bir vaka olduğu için bir de flap takviyesi yaparak ameliyatı bitirdim. Ancak içim hiç rahat değildi, çünkü mesane 30 yıldır hiç gerilmemiş ve dolu kapasitesine ulaşmamıştı çünkü idrar mesanede birikmeden sürekli dışarı akıyordu. Eğer mesane daralmış ise kapasitesi çok azalmış yarım bardak suyu dahi içinde biriktiremiyor ise ameliyattan sonra hasta daha kötü olabilirdi, sürekli tuvalette olması gerekir veya sondalı gezmesi gerekirdi. Acaba mesane 30 yıl sonra eski kapasiteye ulaşıp adapte olur muydu? Bu sorunu cevabı dünya literatüründe yoktu, çünkü literatürde böyle 30 yıllık ihmal yoktu. Ameliyattan sonra 1 hafta süre ile idrar sonrası takarız ve dokular iyileşince sondayı çekeriz, hastada sondayı çektik ve heyecanla beklemeye başladık “mesane eski kapasitesine ulaşacak mı” diye. Korktuğumuz olmadı ve mesane normal bir kadında olduğu gibi çalıştı, idrar biriktirdi ve kadın artık idrar kaçırmıyordu, çok mutlu olduk tabii hastamız da mutlu oldu. Ancak hastamın şüpheli olduğunu, 30 yıllık bir derdin böyle çok kısa sürede nasıl hal olduğunu anlamadığını ve bu işin sürekli olup olmadığı konusunda endişeli olduğunu hissediyordum. Hastayı taburcu ederek 1.5 ay sonra kontrole çağırdık.
Hasta polikliniğe kontrole geldiğinde ameliyattaydım ve asistan arkadaşlar bana hastanın gayet iyi olduğunu telefonda aktardılar ben de hastanın tedavisinin bitiğini artık gidebileceğini söyledim. Yoğun bir gündü. Ameliyatlardan çıktığımda odamın önü sabırsızlanan hastalarımla dolmuştu. Odama girerken teyze heyecanla “doktor bey ben geldim, çok iyiyim, beni bir dinleyin” dedi. Ben durumdan haberdar olduğumu söyledim, ama kendisi “ne olur beni dinleyin, bu çok büyük bir dertti, beni neden kurtardığınızı bir dinleyin, sabahtan beri sizi bekliyorum” diye ısrar etti. Hastayı kırmamak için biraz dinleyeyim dedim, iyi ki dinlemişim hayatımın derslerinden birini daha almış oldum.
“Doktor bey benim hali vaktim yerindedir ancak ben tek gözlü bir evde yalnız başıma yaşarım, çünkü idrar kokusu insanları rahatsız etmesin isterim. Torunlarım var, ama onları koklayıp sevemem, gelinlerim bana sidikli diyorlarmış, onları uzaktan seviyordum. Gözümün önünde ama kokularına hasrettim yavrularımın çok zor bir durum. Kadınların çok sevdiği ev gezmelerine ben gidemem çünkü idrarımın kokusu eve siner, müftüye sordum ‘namazım olur mu’ diye, ‘olur, sen kıl’ dedi ama bence olmuyordu. Çünkü abdestim yok ki namazım olsun, her türlü maddi imkânım var ama Hacca gidemedim. Bu yüzden doktor bey ben kışın 3 gün evde aç kaldığımı bilirim çünkü ekmek almak için dışarı çıktığımda soğuktan bezim donuyor hasta oluyordum. Ben de çok soğuklarda dışarı çıkmazdım, aç beklerdim. Size son olarak şunu söyleyeceğim…30 yıl sonra yeniden yaşamaya başlayacağım, torunlarımı seveceğim, gezmelere gideceğim, ibadetimi yapacağım, yani ev hapsim bitti, artık yaşayacağım. Ve şunu bilin ki ben yaşadığım sürece ayağınız taşa değmez.”
İşte hekimlik bu, hiçbir insana siz hayat boyu kendinize bu kadar içten dua ettiremezsiniz. Hekim olduğum ve hastalara şifa ulaştırabildiğim için bu kadar insan arasından Allah’ın insanlara şifa verme şansını bana verdiği için Ona sonsuz şükrediyorum.
Bendeki Şansa Bak “Bu Da Kısır Çıktı”
Yıllar önce çocuk sahibi olamayan bir çift gelmişti ve incelemeler sonucu erkekte ağır derecede oligoastenospermi (spermlerde sayı ve hareket azlığı) olduğunu görünce tüp bebek yöntemini önermiştim. Bir süre sonra erkek başka bir hanımla geldi ve şöyle dedi:
“Doktor Bey tüp bebek çok pahalı geldi, ben tüp bebeğin dörtte bir parasıyla başlık parası verip yeni bir hanım aldım. Bendeki şansa bakın ki bu da kısır çıktı, bir de buna bakın.”
Tekrar çocuk olmamasının sebebinin erkeğe ait faktörlerden olduğunu ve tüp bebek yapmamız gerektiğini anlattım, memnun olmayarak gittiler.
Aradan sanırım 8-9 yıl geçti, bir gün aynı çift geldi. Adam sordu: “Doktor Bey beni tanıdınız mı?” Dikkat ettim, aynı hastaydı. “Ne oldu” diye sorduğumda, “Doktor Bey, dediğiniz gibi yeni aldığım hanımdan da çocuğum olmadı, haksızlık olmasın diye hiç birine tüp bebek yaptırmadım, sonra ilk hanım akciğer kanseri oldu ve bir süre sonra rahmetli oldu. Bende daha sonra bu hanıma tüp bebek yaptırdım, şu an ikiz hamile” diye cevap verdi.
Hatun Haklı, Ama Hatun’u Dinleyen Yok
Kucağında 1-2 yaşlarında bir çocuğu olan anne 15 yaşındaki kızını muayeneye getirmişti. Sorun şu idi kızı yeni evlenmişti, ama ilişkiye girememişti ve damat sen kadın değilsin diye adı Hatun olan yeni gelini baba evine göndermiş ve verdiği başlık parasını geri istiyordu. Onbeş yaşında bir kız çocuğu karşımdaydı, muayeneye başlamadan daha çocuk olduklarını ve muhtemelen cinsel ilişkiyi bilmediklerinden ilişkide bulunamadıklarını söyledim. Cevap beni bir kez daha şok etti: “Ben ilk kocamla da ilişkiye giremedim.” Ve dramı dinledim.
Hatun Ağrı’nın bir köyünde bir kız çocuğu, köye Orta Anadolu’dan Kırıkkale’den 60-65 yaşlarında bir adam geliyor ve başlık parasını vererek Hatun’la evleniyor. Hatun Kırıkkale’nin bir köyüne gelin gidiyor. Hatun’un deyimiyle daha sonra “Dede ölüyor…” Dede ölünce babası alıp Hatun’u köyüne geri getiriyor, Hatun 15 yaşında dul bir kadın, dul olduğu için daha düşük bir başlık parasına bu sefer 45 yaşlarında bir adama üçüncü eş olarak veriliyor. Gerdek gecesi ilişki olmayınca yeni damat aldatıldığını söyleyerek Hatun’u baba evine gönderip, başlık parasını geri istiyor. Babası parayı geri vermem diyor, Hatun çaresiz, annesi Hatun’u doktora getiriyor.
Uzun yıllar geçmesine rağmen hala aramızdaki diyaloğu kelimesi kelimesine hatırlıyorum…
Bütün bu olanları öğrenince ürpermiştim. Annesine “Nasıl çocuğunuza kıydınız, bu kadar küçük yaşta çocuğu nasıl yaşlı adamlara kocaya verdiniz? Siz nasıl anne babasınız” diye çıkıştım. Bunun üzerine Hatun döndü annesine “Anne bak, genç kız yaşlı adam verilmezmiş, ben size demiştim, dinlemediniz” diyebildi. Ben “Hatun haklı” deyince de Hatun boş bakışlarla baktı “Hatun haklı, ama Hatun’u dinleyen yok” dedi.
Muayene sonucunda “vajinal outlet stenoz” dediğimiz, vagina girişinde bir darlık var idi ve küçük bir operasyonla düzeltilebileceğini söyledim. Hatun ufak bir problemi olduğunu, aslında kendisinin gerçekten bir kadın olduğunu duyunca çok sevindi, zavallı kızın cinsel kimliğinde ciddi kuşkular uyandırmışlardı.
Hatun “Bu ameliyat kaç liraya olur” diye sorunca, bu soruyu neden sorduğunu sordum… Cevabı şuydu: “Herif gibi çalışacağım, ameliyat parasını ben ödeyeceğim, o kocaya da gitmeyeceğim.”
Hatun’a ve annesine ameliyatı ücretsiz yapacağımı ancak babasının ve yeni evlendiği kocasının yanıma gelmelerinin şart olduğunu söyledim. Bu insanlara birkaç laf söylemek, dilimin döndüğünce yanlış yaptıklarını anlatmak istiyordum.
Birkaç gün sonra baba ve yeni damat odama geldiler, ikisi de süklüm-püklüm karşımdalar, ben ne kadar kızmayacağım diye kendimi günlerce telkin ettimse de bunları karşımda görünce çıkıştım.
“Siz nasıl insanlarsınız, nasıl küçücük kızını, dedesi yaşında bir adam verirsin, satarsın, nasıl evladına kıydın …” diye girişince babası “Hocam çok haklısınız, ilk damat çok hayırsız çıktı, bilemedik, hep kızıma içki içirmiş” dedi. Adam, benim, kızını ona içki içiren hayırsız kocaya verdiği için kızdığımı sanıyordu. Değer yargıları ne kadar faklıydı…
Hatun’un ameliyatını başarıyla yaptım, iyi mi ettim, kötü mü bilemiyorum. Hatun ne oldu, haber alamadım.
ÜÇLÜ-BEŞLİ DRAM: HANGİSİ DAHA ACI?
Çocukları olmayan bir çift uzun zamandır hastamdı, çocuk olmamasının sebebi kadındaki “erken menopoz” dediğimiz bir durumdu. Bu durumda kadının yaşı genç olmasına rağmen yumurtalık fonksiyonları bittiği için kendiliğinden gebelik şansı yoktur, yalnızca başka bir kadın yumurta verirse hamile kalabilir. Bu uygulama yurtdışında rutin yapılmaktadır ancak ülkemizde yasal olmadığı için yasaktır ve ayrıca İslam dinine göre de caiz değildir. Halkımızda zaten dini açıdan sakıncalı olduğu için böyle bir uygulamayı kabul etmez. Bu duruma muzdarip çifte yapacak bir şey olmadığını söyleyince yıkıldılar, teselli etme gayretlerime donuk bakışlarla baktılar ve ayrıldılar.
Bir müddet sonra bu çift karşıma tekrar geldiler, yanlarında kucağında 1-2 yaşlarında çocuğu olan bir kadın var idi. Ne oldu? Diye sordum, çocuklu bayanı muayeneye getirdiklerini söylediler. Kadını muayene ederken, eski hastam olan kadında yanımızda kadının elini tutuyordu, bir tuhaflık vardı. Sorularıma önce cevap vermek istemediler, sonra açıldılar.
Çocuğunun olamayacağını anlayan kadın kendisi kocasını evlendirmeye karar verir, ancak alacağı kadının doğum yapmış bir kadın olmasını ister, çünkü eğer onunda çocuğu olmaz ise iş çok karışır boş yere kuma getirmiş olur diye korkar. Aramaları sonucunda köyün birinde kocasından yeni ayrılan bir kadın bulur, kadının 3 çocuğu vardır ve birisi de 1-2 yaşlarındadır. Kadın kuma olarak gelmeyi kabul eder, diğer 2 çocuğunu eski kocasının ailesine bırakıp küçük çocuğu ile yeni kocaya gelir ve kuma olur. Geldikten sonra birkaç ay çocuğu olmayınca sabırsızlanan çift bu çocuklu kadını bana muayeneye getirirler.
İnanamadım, düşüncelere daldım, acaba hangi dram daha acı olmuş idi: Kocasını evlendirmeye çıkan kendine kuma arayan genç kadının dramı mı? Kucağında çocuğu ile yeni kocaya gelen ve iki evladından ayrılan kadının dramı mı? Annelerinden ayrılan 2 çocuğum dramı mı?, Eski karısı bir çocuğunu alarak kocaya giden adamın dramı mı? Üvey anne-babaya gelen 1-2 yaşında ki yavrunun dramı mı? Adam mı?
“BABAMIZA KİM BAKACAK”
Bir Ramazan ayı henüz sahuru yapmış uykuya geçmek üzereyim ki telefonum çaldı, bir öğretim üyesi arkadaşımın ameliyathaneden arıyor “Hocam yetişin” dedi. Hemen kalktım, çok kısa sürede ameliyathanedeydim. Ancak ameliyathaneye gittiğimde hastaya kalp masajı yapılmakta idi ve duran kalbi çalıştırmaya çalışılıyordu, ne yazık ki bütün müdahalelere rağmen hastayı döndüremedik, genç kadını kaybettik.
Aslında her şey çok yolunda imiş, Olur ilçesinde 3. gebeliği olan kadının doğum sancıları başlayınca Oltu’da ki devlet hastanesine getirilmiş, oradan da ambulans ile Erzurum’a gönderilmiş. Yolda sancıları artan kadın ambulansta doğum yapıyor ve hemen yakın olan Tortum’a ambulans giriyor, yenidoğan bebekle uğraşılırken annenin kanaması olduğu fark ediliyor ve hemen üniversite hastanesi için yola çıkarılıyor, yolda kanayarak gelen hasta bizde hemen ameliyata alınıyor ancak daha operasyon başlarken hastanın kalbi duruyor. Hekimler olarak her kaybettiğimiz hastaya çok üzülürüz, ancak genç bir annenin kaybedilmesi, kurtarılabilecek bir hayatın sanki uçurum kenarında düşen bir kişiye elinizin ulaşamaması gibi kaybetmeniz, kurtarılabilecek bir hayatın elleriniz arasından kayıp gitmesi sizi kahreder. Bir de dönüp baktığınızda her şeyden habersiz, yetim doğmuş masum bir bebek ve annelerini kaybetmiş iki küçük çocuk acınızı katlar. Ama asla kalbiniz bu acıları göre göre kartlaşmaz, daha duyarlı hale gelir, yeni bir hastaya her şeyi yaptım mı diyen titrer hale gelirsiniz, yaşadığınız kötü tecrübeler sizi daha hassaslaştır.
Ertesi hafta Olur’dan gebeliği nedeniyle takip ettiğim bir öğretmen çift rutin kontrolüne geldi. Muayene bitti, bana doğumlarını sezaryenle yapmak istediklerini söylediler. Benim normal doğuma inandığımı ve hastalarımı bu yönde desteklediğimi bilen bu hastamın isteği beni şaşırttı, neden diye sordum. “Hocam, bizim öğrencilerimizin annelerini geçen hafta doğumda kaybettik, doğumdan gözümüz çok korktu” dediler. Olayı hatırladım ve devamını da bu genç öğretmen çiften dinledim, bir kere daha kahroldum.
Doğumda anneleri ölen 8 ve 10 yaşındaki çocukların hiç kimseleri yok imiş, öğretmeleri düşünmüşler, taşınmışlar ve çocukları yuvaya vermeye karar vermişler. Ancak çocuklar gitmek istemiyor, ağlıyorlarmış ve soruyorlarmış “biz gidersek, babamıza kim bakacak” diye, çünkü ayakları ve elleri tutmayan kendi başına yaşayamayan ama sevgi dolu bir babaları var imiş. Yetim yavrular kendilerinden çok tek başına kalacak ve yaşamak için yardıma muhtaç babaları için ağlıyorlar imiş.
İçim hala sızlar ha sızlar.
“BENİM BÖYLE KAYNIM YOK AMA !!!”
Bir dostumun(Vedat Bey) kız kardeşini sezaryen ile doğum yaptırdım, kendisi çok heyecanlı ve kız kardeşine düşkün ve ameliyathanenin kapısından ayrılmıyor. Personel sezaryen hastasının geldiğini söylüyor ve kapıda heyecanla bekleyen hasta yakınları eşliğinde hasta ameliyathaneden alınıyor. Anestezi almış , başı boneli yeni ameliyattan çıkmış olan hasta inliyor, Vedat bey kardeşi sandığı ama aslında ameliyathaneden çıkan başka bir hasta ile ilgilenmeye, teselli etmeye başlıyor “Bacı, nasılsın, iyimisin, yenidoğan kızımız çok güzel” diyerek kadının yüzünü okşayarak asansöre kadar getiriyor, bu esnada hastanın gerçek sahipleride hastalarının başına geliyor, Vedat Bey hastayı “aman bacı” diyerek okşamaya devam ediyor. Hastanın sahipleri, yanlışlığı anlıyorlar ve Vedat beyin eşi Nur Hanım’a dönerek yandaki bir adamı gösterip “bu da hastamızın abisi” diyorlar. Nur Hanım bakıyor “benim böyle kaynım yok ama !!!” diyor. Asansörden çıkılınca Vedat Bey kardeşi sandığı hastayı kliniğin sol tarafındaki odaya, hasta sahipleri sağ taraftaki odaya götürmeye çalışıyorlar. Olay büyüyünce Vedat Bey’e “ ameliyattan çıktıktan beri hastamızı bacı diyip okşadın, artık yeter bırak da hastamızı yatağına götürelim” dediklerinde her şey anlaşılıyor. Vedat Bey özür diliyor, tekrar ameliyathane kapısına koşuyor.
Vedat Bey olayı bana anlatırken “hocam iyi ki bacım diye kadını sevmişim” yoksa adamın yumruğunu yerdim” dedi.
VALLA BEN DE ANLAYAMADIM
Iğdır’dan bir hasta getirdiler, Türkçe bilmeyen hastayı iki abisi beraber getirmişler. Öyküsünü dinlediğimde bekar olan kız kardeşlerinin hastalandığını orada götürdükleri bir kadın doğum uzmanının “ben anlamadım, bu hastayı siz Sedat Hoca’ya götürün bu vaka beni aşar” dediğini ve onun için bana kardeşlerini getirdiklerini söylediler. İçerideki muayene odasına hastayı aldım, muayene sonucunda kadının 6.5 aylık hamile olduğunu gördüm. Kadın bekar idi, odama geldim, kadının iki abisi heyecanla ağzımdan çıkacak kelimeleri bekliyorlar. Ben ise ne diyeceğimi bilmiyorum, “evet hocam” diyorlar, düşünceli gözlerle baktıktan sonra çaresizlikten refleks olarak “Valla bende anlayamadım” dedim. Hepimiz şaşkın birbirimize bakıyoruz, ben olayı toparlamaya çalıştım “bakın bu kadın Türkçe bilmiyor, e kadınlık hali utanıp size de söyleyemiyor, ben de derdini anlayamıyorum. Siz annesiyle beraber ve Türkçe bilen kadınlar ile bunu İstanbul’daki yakınlarınızın yanına gönderin, orada bakılsın, siz erkekler karışmayın utandığı için derdini anlatamıyor” diyerek sıyrıldım
<< Anasayfa'ya Dön
Etiketler : prof.dr. sedat kadanalı